4 Eylül 2012 Salı

Küçük şeyler

Yaşamak ne kadar da güzel, değil mi? Daha doğrusu, küçük şeylerle mutlu olmasını bilerek yaşamak. Sokakta yürürken hiç tanımadığınız bir insanın size gülümsemesi; hiç tanımadığınız insanlara güleryüzle sıcak bir selam vermek ve onların şaşkın bakışlarının ardındaki mutluluklarına şahit olmak; yağmur yağarkenki toprak kokusunu içinize çekmek; havanın açık olduğu yaz akşamlarında deniz kenarında olabilmek veya havası temiz bir yerde ciğerlerinizi bu güzel hava ile doldurmak; annenizin sizi sabahları "tembel çocuk, tembel çocuk / haydi kalk, haydi kalk / artık sabah oldu, artık sabah oldu / gün doğdu, gün doğdu" melodisi eşliğinde, güler yüzle kaldırması (ki bence tüm olay orda bitiyor zaten. Bu şekilde uyandırılarak büyüyen bir insan, küçük şeylerle de mutlu olmasını bilir - Teşekkürler anneciğim-)  :) ; hiç bir sağlık probleminizin olmadığının farkında olmak; ve ne durumda olursanız olun, o anki durumunuz için Allah'a şükretmek...

Bu liste uzar gider, daha ne kadar ufak tefek ayrıntı vardır bizi mutlu etmeye yeten.. Görmesini bildikten sonrası kolay zaten.. Bu satırları yazarken aklıma geldi, böyle bir yazının sonuna Bülent Ortaçgil'den "Küçük Şeyler" iyi gider. E bu yazı için kapanışı onunla yapalım öyleyse.. :)

"YOL" derken..?


Yollar bitmez mâlum, aynı yerden bir daha geçmeden bir ömür boyu yürüyebilirsin. Ama asıl soru şu ki; o yol gerçekten senin seçtiğin, gitmek istediğin yol mu? Onca uğraş sonunda "az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim, dönüp bir baktım da, bir arpa boyu yol gittim" mi diyorsun; yoksa gerçekten de seyyah olup dolaşmış mısın şu alemi istediğin hedef doğrultusunda?

Diyelim ki, amacına ulaştın ve gezdin, tozdun. Farklı kültürler, tatlar, isimler... Hayatta hep istediğin şekilde seçtin yolunu/yollarını, tam istediğin gibi. Derler ki; insanın en zor yolculuğu kendine yapılan yolculuktur. Öyle midir gerçekten? Sen yaptın mı kendi iç yolculuğunu? Bu yolculukta yol seni nereye götürdü? Ya da yolunu kendin mi çizdin? Ulaştın mı peki bir sonuca? Nerden gelip nereye gittiğini buldun mu? Sonunda varacağın yerin çözümlemesini yaptın mı? İç huzurun var mı peki??

Hayat zor olmasına zor da, biz miyiz onu daha zor, daha çekilmez yapan; yoksa bize sunulan mı bu? Hayat mıdır bizi yollara sürükleyen, yoksa yollar mıdır hayatın kendisi? İki kapılı bir handa, uzun ince bir yolda gidiyorsak eğer gündüz gece, diyebiliriz ki; yoldur hayatın ta kendisi. Ama hangi yol, hangi hayat? Kendi yolumuz mu, bizden öncekilerin açtıkları yollar mı? Ya da bize gösterilen, bizim için en iyisi olduğu söylenen yollar mı? Hangisini takip etmek daha kolay, daha zor, daha huzur verici veya daha keyifli?

Peki ya şartlar? Şartlar mıdır bizi bir yol seçmeye zorlayan? İçinde bulunduğumuz koşullar mıdır sevmediğimiz yollardan gitmemize sebep olan? Koşulları belirleyen ne öyleyse, hayat mı? Hayatın kendisi değil miydi yollar? Ya da kader midir içinde bulunduğumuz koşulları belirleyen? Kader denilen şey de birbirleriyle kesişen yollar bütünü değil midir zaten?

Aynı yoldan bir daha geçmediğin halde yine başladığın yerde mi buldun kendini, bir arpa boyu yol gitmiş gibi. Seni yine aynı yere mi getirdi yollar ya da hayat ya da kader??? Altı üstü yollardan bahsediyorduk, yollar bizi nereye getirdi! Peki bu durumda; bir YOL gerçekten sadece bir YOL mudur?

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Fikret Kızılok

Fikret Kızılok'tan bahsetmeye gerek yok sanırım. Zaten o kadar çok ve güzel parçaları var ki, hangi birinden bahsedelim. Aşağıdaki iki tanesi de bunlardan ve fakat ben ilk defa dinledim. Demirbaş gibi benzer parçalar yapmış olsa da, bunlar da hayli ilginç ve bir o kadar da güzel.  :)

                                                  Fikret Kızılok - Olanlar Oldu

 


                                                 Fikret Kızılok - Şarkıdaki Maymun 

14 Haziran 2011 Salı

Seçim Sonrası

Kazasız belâsız bir seçim dönemini daha geride bıraktık, kutlu olsun.

Sonuçlar çoğumuzun beklediği gibi oldu. AKP birinci ve tek başına iktidar, CHP oylarını arttırdı, MHP barajı aştı ve daha çok bağımsız meclise girdi. Beklenmeyen ise CHP'nin aldığı oy oranıydı. Beklenenden daha az oy aldı CHP.

Sonuç ise güzel oldu. AKP tek başına Anayasa'yı değiştiremeyecek. Ayrıca daha güçlü bir muhalefet bulacak karşısında; ki böylece hem AKP'nin yanlışları, hem de çıkan yasalara gelen itirazlar azalacak, çünkü yeterli temsil ve güçlü bir muhalefet olacak mecliste.

Evet, güzel oldu bu seçimler. Partilerin meclise sokabildikleri milletvekili sayıları, seçimlerin ardından eskisi gibi itirazların olmaması, "X şehrinde çöplükte oy bulundu" iddialarının olmaması vs. Milletçe kendimizle gurur duymalı ve övünmeliyiz. Sonuçta her zaman yapabildiğimiz bir şey değil bu. Bunun haricinde bazıları hâlâ AKP'ye oy verenleri cahillikle, körlükle, uyumakla vs suçluyor. Onlar için yapılabilecek bir şey yok maalesef. At gözlüklerini çıkarmaları veya hiç değilse demokrasi denen olguyu ve sonuçlarını hazmetmeyi öğrenmeleri gerek.

31 Aralık 2010 Cuma

Du bakali 2011...

Evet, bir yıl daha geçti. Pek yazamadık bu yıl, fakat yazılacak şeyler hiç de az değildi. Artık yeri geldikçe önümüzdeki yıl paylaşırız.

Niyeyse bu sene çok da sevinçle giremiyorum yeni yıla. (Yaşlanıyor muyum ne!?) Yapılması gereken o kadar çok şey var ki. Planlanan, ama hayata geçirilmesi bir türlü mümkün ol(a)mayan istekler, zorunluluklar.

Şöyle bir düşünün bütün samimiyetinizle: Yeni yılda kendiniz için ne istiyorsunuz? Yeni bir ev, araba? İyi bir iş veya mevcut işinizde terfi? Mutluluk? Sağlık? Para? Daha çok para? Peki bu isteklerin gerçekleşmesi için bu sene gerçekten uğraşacak mısınız?

Ben mi? Benim de istediğim bir-iki şey var tabii. Okulu bitirmek istiyorum artık. Ve evet, bunun için çalışacağım, çalışmak zorundayım. Ama bir şey daha istiyorum. Şu yalnızlıktan kurtulmak istiyorum! Bu yalnızlıktan kurtuluncaya kadar geçecek olan sürede içimdeki o güzelliklerin, heyecanın ölmesinden korkuyorum. Karşıma tam istediğim gibi birisi çıktığında kaybettiğim bu güzel duygular yüzünden onu kaçırmaktan korkuyorum. Ve bir şey söyleyim mi? Korktuğum şeyler başıma gelir genellikle.

Aylardır içimde bir sıkıntı var. Tebdîl-i mekânın getirdiği ferahlık bile çok uzun sürmedi bu yüzden. Bir bıkkınlık, dolayısıyla bir sorumsuzluk... Farkında olmadan bir kısır döngüye girmişim, çıkmak icin uğraşıyorum. Ne kadar uğraşsam da engelleyen bir şey var. Aşamıyorum bir türlü bu engeli. İnsanın karşısına çıkabilecek en büyük engel yine o insanın kendisiydi, değil mi!?

Yukarıda bahsettiğim o yalnızlık her şeyin anahtarı sanki. Bir defa kurtulsam biliyorum ki, ömrüm boyunca sırtım yere gelmeyecek. Her şey yoluna girecek. Ama dedim ya, o engel tıkıyor bütün yolları. Üstelik en çok istediğim şey bu yalnızlıktan kurtulmak olduğu halde, bu konuda yeteri kadar uğraşmayacağımı da biliyorum. Nasıl bir kısır döngüdür; nasıl bir umursamazlıktır, sorumsuzluktur; nasıl bir ruh halidir bu!!!?

En azından şimdilik 2011 bu konuda pek parlak görünmüyor benim adıma. Fakat gün doğmadan neler doğar demişler. Bakalım neler doğacak. Du bakali 2011...

MUTLU YILLAR
_

21 Aralık 2010 Salı

İyi ki varsın Cüneyt Baba...



Fahrettin Cüreklibatır, nâmıdiğer Cüneyt Arkın.

Eminim çoğumuzun hayatında Cüneyt Arkın'ın önemli bir yeri vardır. 60'lı-70'li yıllarda çevirdiği filmleri hâlâ beğenerek izliyoruz. Üstelik tüm sinema hilelerini bildiğimiz, çekim hatalarını her izleyişimizde tekrar tekrar gördüğümüz halde.

Cüneyt Arkın filmlerini (veya genel olarak o dönemde çekilen Yeşilçam filmlerini) her izleyişimde o zamanki insanların saflığını temizliğini görüyorum. Sadece filmlerin içeriğinden veya konusundan bahsetmiyorum. Yukarıda bahsettiğim çekim hataları, filmin kahramanlarının masalsı ve aslında inandırıcılıktan çok uzak olmaları, bunlara rağmen o filmlerin haftalarca, aylarca gösterimde kalıp tekrar tekrar izlenmeleri ve o dönem insanlarında derin izler bırakmış olmaları. Tüm bunlar o dönemi, insanımızı çok güzel anlatıyor aslında. Milletçe iyi niyetli olduğumuz, evlerimizin kapılarının her daim açık olduğu, sözün senet yerine geçtiği yıllar. Yıllar sonra bizler de televizyonda aynı heyecanla defalarca seyrettik bu filmleri. O günlerden bugüne değişen belki de en önemli şey ise, artık kapılarımızı içeriden kilitliyor oluşumuz.

İşte o yıllarda parlayan Cüneyt Arkın, bugüne kadar yüzlerce film çevirmiş. Vurdulu-kırdılı diye tabir edilen filmlerden komediye, romantik aşk filmlerinden döneminin hayat şartlarını yansıtan sosyal içerikli filmlere kadar her türlü filmde oynamış, hakkını vermiş.

Peki biz ona hak ettiği değeri vermiş miyiz? Diğer pek çok sanatçımıza yaptığımız gibi sanırım ona da hak ettiği değeri göstermiyoruz. Dolamışız dilimize bir "Dünya'yı Kurtaran Adam", bozuk plak gibi onu tekrarlıyoruz. Tamam, o film iyi olmayabilir. Hatta bazılarının dediği gibi dünyanın gelmiş geçmiş en kötü filmi de olabilir. Ama Cüneyt Arkın demek Dünya'yı Kurtaran Adam demek değil ki! Bugün, gelişmiş teknolojiye rağmen, kaç kişi onun gibi dublör kullanmadan ordan buraya atlayabiliyor ya da bundan önceki yıllarda böyle bir şeyi kaç kişi yapmış? Herkesin yapabileceği şeyler değildir onun yaptıkları. Bunları yapabilmek için sadece yetenek de gerekmez, kendini sinemaya, yaptığın işe adamak gerekir, ki Cüneyt Arkın da yıllarca bunu yapmıştır. Bu yüzden Cüneyt Arkın olmuştur, bu yüzden gönüllerde taht kurmuştur.

Klasik olacak ama, Cüneyt Arkın başka bir ülkede doğsaydı belki de dünya çapında bir yıldız olurdu. Bu açıdan bakarsak Türkiye'de doğmuş olması onun için belki de bir şansızlık. Fakat olaya bir de kendi açımızdan bakarsak, onun gibi birisine sahip olduğumuz için ne kadar şükretsek azdır. O zaman değerini de -mümkünse onu kaybetmeden önce- bilmemiz gerekir.

Filmleriyle, gençlere yönelik yaptığı konferanslarla, televizyon programlarıyla pek çok şey katmıştır bizlere. İyi ki de yapmıştır, iyi ki de bu ülkede doğmuştur. İyi ki varsın Cüneyt Baba...




http://www.cuneytarkin.com.tr/
_

20 Aralık 2010 Pazartesi

Yine Yollarda, Yeni Yollarda

Uzun zaman oldu.. Yeniden ses vereyim istedim, o yüzden yazıyorum..  ok şey değişti bu süre içerisinde, hem de hiçbir şey değişmeyecek zannederken.

Neyse, sonra devam ederiz yine. Gri Seyyah yine yollarda, hem de en baştan...

1 Aralık 2009 Salı

İyi ki varsın...

Kimler geldi kimler geçti şu dünyadan. Eski zamanlarda nasıldı bilemem ama, günümüzde insanları kaybettikten sonra değerlerini anlıyoruz maalesef. Normal günlerde adlarını anmadığımız insanların arkalarından, onları kaybettikten sonra methiyeler düzüyoruz.

Ölenin arkasından kötü konuşmaktansa, geç de olsa iyi sözler söylemek tabii ki en doğrusu. Ama bunu o kişiyi kaybetmeden önce de yapabilmek lazım. O zaman daha anlamlı olmaz mı? Bir kişiyi kaybetmeden önce onu ne kadar sevdiğimizi söylesek, bu ülkede doğmuş, alanında başarılı kişilere ne kadar değerli olduklarını her fırsatta dile getirsek...

Bu sebeple bundan sonra burada, değerli sanatçılarımız hakkında yazılar yazmaya karar verdim. Bildiğim kadarıyla, dilimin döndüğü ölçüde, o da olmazsa bir fotoğrafla/müzikle buradan o kişilere "iyi ki varsınız" demeye çalışacağım. Vaktim olduğunca, ama en azından haftada bir. Hatta başlığımızı "Haftanın Konuğu" diye de atabiliriz sanırım :)

Tabii ki maksat sadece o insanlara seslenmek değil, siz okuyuculara da "bakın, bizim böyle değerlerimiz var" diye hatırlatmak.. ;)

Efendiiiim.. İlk konuğumuz hepinizin çoooook yakından tanıdığı bir isim olacak. Kendileri ülkemizin (bence) gelmiş geçmiş en başarılı aktörlerinden biri. Yüzlerce film, sayısız başarı.. Bir sonraki yazımızda, daha ayrıntılı bir şekilde Fahrettin Cüreklibatır'ı anlatacağız. Namıdiğer Cüneyt Arkın...

Bizi izlemeye devam edin.. :)

30 Kasım 2009 Pazartesi

Yo Era Ninya

Aslında video değil de sadece müzik eklemek istiyorum buraya. Ama bunun yöntemini henüz bulamadım. (Bilenlerin insanlık nâmına..) :) Bu iş için bir internet sitesi var aslında, ama orada da her istediğiniz şarkıyı bulamıyorsunuz. Aşağıdaki parça da bunlardan biri.

"Yo Era Ninya" isimli bu parça, Janet Esim, Jak Esim, Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, Murat Özbey ve Nezih Yeşilnil'den oluşan "Janet & Jak Esim Ensemble"nin "Birkaç Sonsuzluk Ânı" isimli albümünde yer alıyor. Bu albüm Ankara ve Berlin konserlerinde söylenen bazı parçaların kayıtlarından oluşuyor.

Albümdeki diğer parçalar da güzel, ama "Yo Era Ninya" farklı bir etki bıraktı bende. Hüzünlü bir parça ve dinleyeni de anında etkiliyor. Sanırım bunda melodinin güzel olmasının haricinde, Janet Esim'in sesinin ve Erkan Oğur'un gitarının da çok büyük payı var. Bir kaç ay önce okuduğum bir yazıda (yanılmıyorsam Ekşi Sözlük'te okumuştum) "Erkan Oğur bu parçada gitarı resmen ağlatıyor" yazıyordu, ki sonuna kadar katılıyorum. İzak Levi tarafından derlenen bu şarkı, küçük yaşta evlendirilmiş mutsuz bir kızın hikayesini anlatıyor.

Şimdi oturduğunuz yerde şöyle iyice yerleşin, sadece müziğe konsantre olun ve sondaki alkışlara kadar dinleyin. Bakalım sizi de etkileyecek mi? :)


Yo Era Ninya (Küçük bir kız idim ben)

Yo era ninya de kaza alta
No savia de sufrir
Por kaer kon ti berbante
Me metites a servir




(Kaynak: YouTube)