30 Kasım 2009 Pazartesi

Yo Era Ninya

Aslında video değil de sadece müzik eklemek istiyorum buraya. Ama bunun yöntemini henüz bulamadım. (Bilenlerin insanlık nâmına..) :) Bu iş için bir internet sitesi var aslında, ama orada da her istediğiniz şarkıyı bulamıyorsunuz. Aşağıdaki parça da bunlardan biri.

"Yo Era Ninya" isimli bu parça, Janet Esim, Jak Esim, Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, Murat Özbey ve Nezih Yeşilnil'den oluşan "Janet & Jak Esim Ensemble"nin "Birkaç Sonsuzluk Ânı" isimli albümünde yer alıyor. Bu albüm Ankara ve Berlin konserlerinde söylenen bazı parçaların kayıtlarından oluşuyor.

Albümdeki diğer parçalar da güzel, ama "Yo Era Ninya" farklı bir etki bıraktı bende. Hüzünlü bir parça ve dinleyeni de anında etkiliyor. Sanırım bunda melodinin güzel olmasının haricinde, Janet Esim'in sesinin ve Erkan Oğur'un gitarının da çok büyük payı var. Bir kaç ay önce okuduğum bir yazıda (yanılmıyorsam Ekşi Sözlük'te okumuştum) "Erkan Oğur bu parçada gitarı resmen ağlatıyor" yazıyordu, ki sonuna kadar katılıyorum. İzak Levi tarafından derlenen bu şarkı, küçük yaşta evlendirilmiş mutsuz bir kızın hikayesini anlatıyor.

Şimdi oturduğunuz yerde şöyle iyice yerleşin, sadece müziğe konsantre olun ve sondaki alkışlara kadar dinleyin. Bakalım sizi de etkileyecek mi? :)


Yo Era Ninya (Küçük bir kız idim ben)

Yo era ninya de kaza alta
No savia de sufrir
Por kaer kon ti berbante
Me metites a servir




(Kaynak: YouTube)

23 Kasım 2009 Pazartesi

Güzel bir gün..

Bugün güzel bir gündü. Her zamanki gibi derse girdim; gün boyunca -neredeyse aralıksız- yağmur yağdı.. Yağmadığı zamanlarda da kat kat gri bulutlar vardı.. Ama yine de güzeldi.. Arkadaşlar sağolsunlar.. :)
 

Şimdi buraya bugünle alâkalı felsefik, filozofik bir yazı da yazabilirim aslında. Ama gerek yok. Aşağıdaki video herşeyi açıklıyor çünkü. Biliyorum, artık herkesin bildiği, insanların sürekli birbirlerine yolladıkları, arkasından da "hey gidi günler.., neydik ne olduk.." tarzı klasik (ve bana kalırsa çoğu samimiyetsiz) bir çok yorumun yapıldığı bir video bu. Ama gönderdiğim an itibariyle benim için çok şey ifade ettiği için burada paylaşıyorum. Bir taşla bir sürü kuş yani.. Şu an benim için "az lafla çok şey anlatma"nın en güzel karşılığı..
 
Bu arada, annemi ne kadar  çok sevdiğimi daha önce yazmış mıydım? :)

Uzun İnce Bir Yoldayım...



(Kaynak: Turkcerock)

22 Kasım 2009 Pazar

Trier


Trier; Almanya'nın Lüksemburg sınırındaki şehri. Aynı zamanda Almanya'nın en eski şehri olarak biliniyor.Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz gibi, Noel bayramlarında şehir merkezine kurulan pazar sayesinde daha da güzelleşen, daha da hareketlenen bir şehir. (Bu pazar Trier'e özel değil tabii, Noel yaklaştığında Almanya'nın neredeyse her şehrinde benzerlerini -hatta aynısını- görebilirsiniz)

Roma'lılardan kalma bir çok yapı var Trier'de. Tipik bir Alman şehri diyebiliriz. Ve bir kıyısından-köşesinden nehir geçen herhangi bir Alman kenti kadar da güzel.

Küçük bir şehir olduğu için bir günde çok rahat gezebilirsiniz. Almanya'da yaz aylarında günler uzun olduğu için (çoooook uzun olduğu için) yazın gitmek daha iyi olur tabii.

Görülesi yerleri genellikle şehir merkezinde. Bunlardan en önemlisi Porta Nigra (Siyah Kapı). (Alttaki foto). Yaklaşık olarak MS. 150 yıllarında yapılmış. Tek başına yapılmamış tabii. 2.850.000 m²'lik bir alanı çevreleyen, 6418 m. uzunluğundaki surların 5 kapısından kuzeyde yer alanı. O surlardan ve diğer kapılardan pek birşey kalmamış geriye.

Porta Nigra haricinde Konstantinbasilika, DOM, Liebfrauenkirche, Kaiserthermen (İmparator Kaplıcaları), Amphitheater, Römerbrücke (Romalı Köprüsü) ve Karl Marx'ın 1818'de doğduğu ev taaa oralara gitmişken görülmesi gereken yerler.

Yeme içme sorunu yaşamayacağınız kesin. Evvelallah orada da memleketimizin insanı dönercisini açmış, bizleri bekliyor.

Trier Roma'dan kalma bir şehir dedik ama, eğer imkanınız varsa direk Roma'ya gidin, benzerlerini, daha güzellerini kendi yerinde görün. Sonuçta Trier'den önce görülmeye değecek çoook şehir var, hem Almanya'da, hem de dünya'da.. Benden söylemesi.. :)

17 Kasım 2009 Salı

İnsanların güvenini kaybetmektense...

Böyle başlıyordu yıllar önce televizyonlarda izlediğimiz bir reklam:

"İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim."

Reklam yapmış olmamak için kimin söylediğini yazmayım şimdi, bilenler biliyordur zaten..

"Güven" kelimesi/kavramı benim için de çok önemli olduğundan, beynimde bir yerlere kazımışım bu cümleyi.

İnsanlarda "bu devirde babana bile güvenmeyeceksin" düşüncesi hakimken, birilerinin çıkıp da, çevrelerinde onca arkadaşları/ tanıdıkları varken, dertlendiklerinde, mutluluklarında, bir sorunları olduğunda, konuşacak birisini aradıklarında vs. size gelmeleri, size güvenmeleri çok güzel birşey.

Peki ama bir insanın size güvenmesi için sizi ne kadar iyi tanıyor olması gerekir? Birisini iyi tanımak için ne kadar süre gerekir? 2-3 aydır beni tanıyan insanların, gelip hayatları ile ilgili özel konuları anlatmalarına şahit olmuş birisiyim ben. Bu kadar süre sizce yeterli mi? Ben gerçekten o kadar güvenilir birisi miyim? Daha doğrusu, bu insanlar bana güvenebileceklerini 3 ay gibi kısa bir sürede nasıl anlıyorlar? Yoksa içlerini dökmelerinin tek sebebi, o an karşılarında dinleyecek birisini buldukları için mi?

"Bu kişiler sana güveniyorlar, 3 ay ya da 3 yıl ne farkeder. Sonuçta güvenmişler, içlerini dökmüşler, sen niye rahatsız oluyorsun?" diyebilirsiniz tabii.

Çok muhabbet tez ayrılık getirir demiş atalarımız. Sizinle 1-2 ay gibi bir sürede sıkı fıkı olan birisi, 1-2 yıl sonra hayatınızdan tamamen çıkmış olabiliyor, ki bunu da yaşamış birisiyim maalesef.. :(

Günümüzde güvenecek insan bulmak gerçekten zor. "Tanış", "Arkadaş", "Dost" gibi kavramlar birbirine girdi, içleri boşaltıldı kullanıla kullanıla. Böyle bir ortamda kısa süreli ama yoğun arkadaşlıklar mı tercih edilmeli, yoksa yavaş yavaş gelişen, zamanla güzelleşen, gerçek anlamda tanıması uzun süren, ama ilişkinin süresinin de bu sayede uzadığı hakiki dostluklar mı?

Yalnızlık kötü şey. O yüzden bir süre sabredip çevremizi güvenilir insanlarla doldurmak, her önüne gelenle samimi olup/görünüp kısa süre sonra tek başına kalmaktan daha iyi sanırım...

16 Kasım 2009 Pazartesi

Günün Sözü

Bulunduğun kıyıdan ayrılmazsan okyanusun ötesindeki adalara asla ulaşamazsın...

13 Kasım 2009 Cuma

Viyana

Tadı damağımda kalan gezilerden birisidir Viyana gezisi. Görülmesi gereken bir şehir. Tarihi yapıları, yolları-sokakları, at arabaları.. Modernlik adına eskinin güzelliğini yok etmemişler, yeni yapıları da eskiyle uyumlu halde yapmışlar..

Herşeyden önce şunu belirtmeliyim; bu tip gezilere kalabalık gidince istediğinizi yapamıyorsunuz. Görmeyi istediğim yerlerin bir kısmını bu sebeple göremedim, gördüklerimin çoğunu da sadece dışarıdan görebildim.. İçeriye girip yakından bakma olanağım olmadı..
Yani bir dahaki sefere en fazla 3-5 kişi..

Viyana'ya gelince.. Vakt-i zamanında atalarımız Viyana'yı fethedebilselermiş, bugün Viyana'yı bu şekilde bulabilir miydik acaba diye düşündüm. Sanırım bulamazdık. Daha karışık olurdu herşey, en başta da trafik.. Tüm eski sarayları, tarihi binaları ya otel yapardık ya da elektrik kontağından çıktığı sanılan yangınlarda kül ederdik.. Atalarımızın haklarını yemeyelim tabii, güzel eserler de bırakırdık bugünlere.. Ama torunlar olarak bizler bu eserlerin değerini bilmezdik büyük ihtimalle...

Neyse, Viyana'dan aklımda kalanlara geçeyim.. Şehir merkezi tarihi yapılarla dolu. Hofburg Sarayı görülmesi gereken bir yer (son foto). Schönbrunn Sarayı (üstte), Belvedere Sarayı.. Saray konusunda Viyanalıların pek bir sıkıntısı yok. Zamanında hanedan mensupları yazlık-kışlık çeşitli saraylar yaptırmışlar çünkü.. Ayrıca (yanlış hatırlamıyorsam Hofburg'un içerisinde) bir de Efes Müzesi var. Efes'ten getirilen parçalar sergileniyor.. Karlskirche (Karls Kilisesi), Albertina, Ulusal Kütüphane, Belediye binası, devasa dönmedolap, Opera binası, şehir merkezindeki Stephansdom Kilisesi, Parlemento binası, Mozart Evi ve Hundertwasser Evleri de (üstte solda) kesinlikle görülmesi gereken yerler.. Mola vermek istediğinizde de yine şehir merkezindeki Cafe Central'i (sağda) tavsiye ederim. Ama önceden rezervasyon yaptırmanız gerekebilir, insanlar kapısında kuyruk oluşturuyorlar içeri girebilmek için!












3 gününüzü ayırırsanız rahatlıkla gezebileceğiniz bir şehir Viyana. Hiç değilse görülmesi gereken yerlerin çoğunu görebilirsiniz bu sürede. Pizza yemek isterseniz istemediğiniz kadar çeşit ve büyüklükte mevcut, üstelik fiyatlar da çok uygun. Ayrıca dondurmalarını yemenizi de özellikle tavsiye ederim. Yine çok uygun fiyata koca bir külah dondurma yiyebilirsiniz.

Tarih ile içiçe güzel bir gezi yapmak istiyorsanız Viyana da aklınızda bulunsun. Pişman olmazsınız.

(NOT: Fotoğraflar bana ait değil! Google saolsun..)